ah şu bizdeki umut olmasa

 

90 yaşındaki yatalak teyze “hep böyle kalacak değilim ya iyileşeceğim elbet” dediğinde önüme bakıp baş parmağımın tırnağını, yüzük parmağımın tırnağının arasına sokup içini temizleyerek umudu düşünüyorum. Şu bizim beyaz laneti. İleri ki bir zamanda iyi olacağımızı, zengin olacağımızı, baharın geleceğini, kilo vereceğimizi, aşık olacağımızı, o elbiseyi alacağımızı ve o ülkeye varacağımızı fısıldayıp duran  gamsız şeytanı. Ölüme beş kala hala yaşama tutunuyordu yaşlı kadın. Umut ona kendisinden çok daha yaşlı insanların hayatta olduğunu fısıldamış, ziyaretçilerine anlatması için 98 yaşında tüm dünyayı gezen bir adam olduğu yalanını peydahlattırmıştı. Öyle ki yalanı inandırıcı olsun diye detaylar bile verdirmişti. Adam Türkiye’den geçerken parkta oturan bizim teyzeye rastlamış birlikte çekirdek bile çitlemişti. Beyaz şapkası vardı ve hafif maviye çalan keten bir gömleği. Sürekli sory demişti, giderken de gudbay madam. Hatta demişti ki adam “sen de benimle gelir misin” demişti de teyze “ben Türkiye’yi seviyorum gelemem” diyerek bu daveti şimdilik reddetmişti. Belki bir kaç yıl sonra yeniden düşünecekti. Adam da Türkiye’den Kore’ye doğru yola düşerken gider ayak yaş çıtasını bir tık yükseltmiş 100 yaşında evlenen Çinli bir adamdan söz etmişti ve çocukları bile olduğundan. Çinli adamın annesi de hayattaydı ve o da 130 yaşındaydı. Yine de o bile dünyanın en yaşlı insanı sayılmazdı. Çünkü daha kim bilir nerelerde ne yaşlılar yaşıyordu. Yani etrafta gezinen bir çok yaşlı, çok yaşlı, bayaa yaşlı insan daha vardı. Ne ölmesi ayol? Sensin yaşlı!!! Kendinden daha yaşlılardan bahsederken çırpı gibi kalmış beyaz bacaklarını açıp hala ne kadar güçlü ve diri göründüğünü hem kendine hem odada olan bizlere kanıtlamaya çalışıyordu. Doktorlar en fazla üç ay yaşar dediklerinden bu yana 4 yıl geçmişti. Hatta ona bakan bakıcı bile yaşlanmıştı da o bi güzelleşmiş bi toparlanmıştı, görmüyor muyduk?

40 kiloluk teyzenin kendinden daha ağır çeken yalanlar atmasına az kızdım ama umuda ihtiyacı olan herkes gibi abartılı hayaller kurmak zorunda olduğu için onu derinden anladım. Hem zaten yaşlı insanların, bol detaylı, uyduruk kahramanlı, uçmalı, kaçmalı yalanları büyülü bir masal gibi gelir. Ve onların iç dünyalarını, ölümden korkup korkmadıklarını, neleri kaybettikleri için hayıflandıklarını ancak söyledikleri yalanlarla çözersin. Babamın; gezmediği ülkelere gitmek için Mamak’tan Moskova’ya tren yolu döşemesi de bir umut yalanıydı. Çürük dişleri, kavruk anadolu benizi, lastikli donu ve köstekli saatiyle artık kadınların ilgisini çekmediğini bildiğinden peydahladığı uzaklarda bıraktığı sevgili hikayeleri de. Bir gün o sarışın, işveli, bıyığının ucundan tutkuyla öpen kadınlar sırayla tekrar ona gelecekti. Annem, babamın aşırı alkol alıp aksıra tıksıra duvar diplerinde öleceğini ve yeni gısgıcır bir herife varacağını ve herifin onu asla dövmeyeceğini umut etti senelerce.  Babam alkolü, aksırmayı, duvar diplerinde yürümeyi hatta yürümeyi bıraktı da daha ölecek. Annem hala umudu bırakmadı. Umut da onu.

Hiç bir şey olamayacağımı anladığım gün bana da benzer bir oyun oynamıştı umut. Şrank diye bir sesle farketmiştim hiçliği. Yüzüme tokat gibi çarpan gerçekliğimle elimdeki kitapları nefretle fırlatıp bir makarna fabrikasına kaydoldum. Ait olduğum yere. O mendebur umut; şuradan şuraya gitmek için bile arkasından kişifleyen var mı diye bakan beni, bir gün Peru’ya, efendime söyleyim Yeni Zellanda’ya farzı misal Finlandiya’ya mutlak gideceğime inandırmıştı. Ya bir yıl para biriktirdin mi hoop Güney Amerika’dasın ne var ki bunda demeden uykuya yatırmadı beni. Okumadığım okullarda okuyabileceğimi, en az üç dil konuşacağımı, tatmadığım yemekleri bizzat yerinde yiyeceğimi ve giyemediğim o şıkırtılı ayakkabıları bir gün mutlaka giyeceğimi (hatta 40 numara ayağıma 36 numara giyecekmişim) annemin elini sıcak sudan soğuk suya değdirmeyeceğimi, arkamdan şu isimde biri vardı, şöyle harikaydı böyle amanda amandı denileceğini falan filan ne yalanlar ne yalanlar.
Hala da “lan belki” hesabına inandığım oluyor bunlara. İnanmayı bırakınca dudağım uçukluyor korkudan. Öylesi esir alıyor umut.  Kanına, damarına, ciğerine siniyor. Planladıklarının, hayal ettiklerinin umudun küçük dalavereleri olduğunu fark etsen de böyle gitmesini istiyorsun. Sana zırnığı bile koklatılmayacak şeyleri umut etmek; akışkan çikolatalı, ıpıslak ve yumuşak bir keki ısırmak gibi bir şey. Gidemeyeceğin yerlere eninde sonunda varacağını hayal etmek sobanın üstünde kavrulan kestane gibi, patikada ilerlerken burnuna çalan kekik, su kenarlarında bitmiş yabani nane kokusu gibi. Yalan ama olsun, kalsın, dursun dizimizin dibinde.

Çıkmayan candan umut kesilmez denen şey bu ya işte. Güzel günler göreceğiz lafına kanmasak kaç dakika daha şu kötü günlerde kalmak isterdik? Sevmediklerimizin geldiği gibi defolup gideceği günleri umut etmesek günler geçmek bilmezdi. Mecburen elimizi kana bulamak zorunda kalırdık. Kalbimiz bir daha sevebileceği umudu taşımasa ayrılığı nah kaldırırdı. “senden sonra başka birini sevebileceğimi sanmıyorum” lafı dil oyunu, umut bu oyunlara papuç bırakmaz.  Daha iyi bir iş bulacağımızı veya terfi alacağımızı ummasak o içine sıçtığımız işe bir dakkalığına bile gitmezdik. Bir gün kendi evimiz  olacağı umudu olmasa ev sahiplerini öldürür, ardından baharın geldiğini bilmesek kışa katlanamazdık. İneceğimiz umudu taşımasak koltuklarındaki yağları dillediğimiz minibüslere binmezdik heral. Hiç inilmeyen minibüs var mı ki?

Teyze, biz ayağa kalkınca nisan ayına en olmadı yaza bize helva karıştıracağını söylüyor. Hatta şu parktaki gezgin de gelecekmiş o zamana. Çekirdek çitlediği yerden yeniden başlıyor anlatmaya. Odada dinleyen kimse yok. Genç akrabası başıyla “işte bu da böyle bir manyak” işareti yapıyor. İç organları götünden lime lime dökülmüş, kalanlar ise en fazla kışı geçirtir diye kırkıncı kere muştuluyor. Belli ki o da teyzenin öleceği anı umutla bekliyor.

5 comments

  1. SANIRIM fanatik bir hayranıyım yazılarının. güzel bir umut yazısı olmuş. bana da seni tutan o mendebur genetik yakınlıkların (buban gardaşın anan filam) çok şey olur çok şey yaparmışsın gibi geliyor. yazık oluyor o güzelim akıla be çok yazık.

    Beğen

  2. Epeydir yazdıklarına bakıyorum ama çok abartıldığına karar verdim. Umarım en kısa zamanda imla kurallarını öğrenirsin ve artık yoksul acılı aile demagojisini bırakırsın. Biraz da yazma yeteneği olmalı insanda. Ajitasyon bir yere kadar.

    Beğen

  3. umudun ümitsizlikle son bulacağı muhtemel gerçeği dinledik. Peki bizi biz yapan şeylerin bütün bu hulyalar olduğunu hiç düşündük mü. Kanımıza giren umut. bizi hep daha fazlası olduğumuza inandırmadı mı. Elimizdeki hayatı zehir edip. Çevremizdekilere umutsuzluk yaymadı mı… Sahip olunan bütün güzellikler ve zenginlikler bir çırpıda bir kaç kelimeyle yerle bir edibilirken.o zamanda kendimizi sanşlımı saymalı… Yokluğun edebiyatını yapıp, varlığın ebediyetine dem vurmakta neymiş.

    Beğen

  4. not. '-Bir harikasınız.' Demenin bir gereği yok. Zaten öylesiniz. Farllı bir açının tesbitinde bulunmak yazınızı beğenmediğime getirmiş. Şunu belirtmeliyim ki, başkalarını küçümseyen gri kişiliklerin kasıtlı taşlamalarına taraftar değilim..

    Beğen

  5. yazılarını okumak kendi gerçekliğimize farklı yönlerden bakmak gibi iyiki varsın iyiki yazıyorsun

    Beğen

Yorum bırakın